O’NA DE Kİ
Giderken beni de beraberinde götürdü. Ondan geriye kalanları da ben kaldırdım. Mektupları kutuların içine bıraktım. Resimler diğerlerine ait resimlerin hemen yanında duruyor. Şiir pek yazmamıştı zaten... Ama nafile , ondan henüz kurtulamadım. Yazdıkları yalnızca bir kağıt parçasının üzerinde kalmış olsa da , okuduğumda sesi kulaklarımda yankılanıyor. Resimlerine ne zaman baksam göz kapakları kımıldıyor. Evde dolaşırken ayaklarıma anılar dolanıyor. Gülümsemesi duvardaki resimlerin üzerine takılı kalmış. Ne kadar uğraşsam çıkmıyor. Mavi koltukta hala sıcaklığı duruyor ve kimi zaman bir alelade tişört henüz onun kokusunu atamamışken elime geliveriyor. İşte o an deliriyorum. Panik içinde kendimi dipsiz bir kuyunun içinde çırpınırken buluyorum. Duvarlar üzerime geliyor , mavi koltuk beni içine çekiyor ve alelade bir tişört boğazıma düğüm üstüne düğüm atıyor.
Şimdi , yani o yokken , Hayat gözüme batıyor. Ne güneşli günler ,ne ihtiraslı insanlar , ne de ulvi amaçlar umrumda. Bir ben varım. Milyarlarca insan bir yanda , ben hemen şurada , yalnızlar bulvarının köşe başındayım... Kanlı bir aşk muharebesinden sağ kurtulan yaralı bir savaş artığıyım. Üstelikte onsuz... Yani eskisinden daha güçsüz , yani daha kırılgan , yani daha anlamsız.
Koca bir çukur , dolmayı bekliyor.
Anlar ve anılar o çukurun mezar taşları gibi başımda dikiliyor.
Biz
O’na de ki ;
Biz onunla bembeyaz yağan bir karın altında gece yarısı yürüyüşlerinde üşümeyen ayak izleriydik. Yeşilliklere bakan bir pencerenin gerisiydik. Bir fenerin beklediği kumsalda güneşe yüzünü veren çakıl taşları gibi gezerdik. Aynı marka iki araba gibiydik. Kara kaplı , beyaz sayfalı bir defterde kağıt ile kalemin arasına giren bir yalnızlık şiiriydik. Altın sarısı , maviliklerdik. Kahverengi derinliklerdik...
O zamanlar , adı şimdi pek de lazım olmayan , anılması yasaklanan yumuşak bir esintiydik... O bir gözyaşıydı , başladı mı bir daha durdurulamayan. Ben bir umuttum , nereye gittiği bilinmeyen buharlı bir trenin son vagonuna tutunmaya çabalayan.
Açıkçası biz onunla kendimizi diğerlerinden farklı hissederdik.
Şimdi o yokken , benim önümde kaçak ,yaşanmamış bir yaz duruyor. Ve yazın en uzun günü , benim gözüme uyku kaçıyor. Biz olmasak da , şimdilik ‘ zaman ’ benimle idare ediyor...
Gece
O’na de ki ;
Geceleri uyumuyorum artık. Ağustos böcekleri refakatinde dalıyorum sessizliklere. Anlayacağı en yakın dostum sabahlara uzanan bir zırıltı ya da kulaklarımda hala çınlayan ‘ Seni seviyorum ‘ yüklü fısıltısı.
Gecelerin çok uzun olduğunu anladım ve şafak vakti o uyanırken ben daha yeni uykuya daldım. O vakitler hayatın sınırlarıydı. Ve sınır boyu mayın tarlalarının yerini , tehlikeli sessizlikler alırdı.
Birbirine ulaşamayan yürekler , geceleri kendilerini ‘ Hiç bitmesin! ‘ dedikleri uykulara vuruyor. Onun dahil olmadığı bir hayatı yaşamak , artık oldukça ağır geliyor...
yalnızım
O’na de ki;
ben
yalnız başıma
yetmiyormuşum
meğerse bana.
Anlayacağı , bir yön gerekiyor.
Masanın üzerinde duran yapayalnız bir pusula
Rotasız yolculukları çizmeye yetmiyor.
Yalnızlık özgürlüktü şimdi hayat ‘ tecilli ‘ geçiyor. Ne garip, insan bazen iki kişiyken de kendini çok yalnız hissedebiliyor. Oysa ben onunla yalnızlığı Erhan Bener romanından fırlatılmış ‘ tekil bir kahraman ‘ gibi yaşıyordum. Şimdi ise yalnızken aynalara bakamıyorum. O varken ondan kaçıyordum , yanımda yokken ıssız sokaklarda başımı kaldırmıyorum. İtiraf etmesi oldukça zor ama çoğu zaman yalnızlığı sevdiğim kadar , utanıyorum.
Varlığında kaçtığım yalnızlığıma , bugün sığınıyorum .
ben iyiyim
O’na de ki ;
Her şeyi duyuyorum . Şimdi bana onu anlatıyorlar. Sanki başka bir insandan bahsediyorlar. Ben mi büyük anlamlar yükleyerek tam(am)lamışım onu yoksa ?
Öyle ise çok yanılmışım . Yaratırken bir masal prensesini çocuksu düşlerimde , kendimi ne kadar iyi kandırmışım .Bunlar bir yana , duyduklarım kara harflerle yazılacak masumiyet tarihine. Kirletilmiş bir sayfaya , kalın uçlu simsiyah kalemlerle .Bir Attila İlhan şiiri gibi yazılanları yalnızca yaşayanlar anlayacak . Şiirlerde bana yalnızca o anlatılacak .
O’na sor bakalım ; En çok ne eksik kaldı , biliyor mu?
Benimkisi geç kalmış bir veda , yada yanlış anlaşılmış bir aşka bir türlü konulamayan nokta , nokta , nokta .
Bana pişman olacak kadar bile zaman tanımadı .
Biliyor mu?
Oysa her insan geriye dönüp baktığında ‘ Acaba ?’ sorusunu sormak ister
. Hata yapıp yapmadığını ufak bir zaman aralığında tartışma gereğini hisseder
... İçinden çıkamayacağı durumlarda , bir virgül aralığında ‘ kaçma hakkını
‘ kullanmak için beyaz yalanlar söyler... Ben bunların hiçbirini yapamadım
.Yapacak zamanı bulamadım . Belki bu yüzden yalnızca “ iyi olmuş “ diyebiliyorum.
Yanılmadığımı , hata yapmadığımı düşünebiliyorum . Beni en çok da işte
bu yaralıyor. Bu kadar haklı çıkmak insana pişman olma fırsatını tanımıyor
. İnsan pişman olamayınca da “ bi daha “ diyemiyor .
Niyetim af dilemek değil , affetmek hiç değil .
Benimkisi eski bir dosttan bir ‘ hayat mahkumunun ‘ son istekleri ,
o kadar .
Onun sesini duymak istemiyorum , bir daha telefon etmeyeceğim . Yüzünü
zaten görmüyorum , görmeyeceğim .Bitip gidenlerin ardından üzülmesin ,
ben de üzülmeyeceğim .
O’na de ki ;
Ben O’nu düşlerimde yaşatacağım .Sessizliğimde avaz avaz adını bağıracağım
. Yıllar sonra bir gün karşılaştığımızda , uzun uzun yüzüne bakarken ,
utanmayacağım .İzlerini taşıyan mezar taşı ,
baş köşemde duruyor . ama her ayrılık da ‘unutmak ‘ anlamına gelmiyor
. Gözlerim hala gözlerine değiyor , ellerim havada boşluğa uzanan umutları
yakalamaya çabalıyor . Mutlu değildim , mutlu değilim , belki de hiç olmadım
, olmayacağım . Merak etmesin , tersini düşünüp kendini üzmesin . Bu arada
O mutlu ise ( yapacak bir şey yok ) tebrik ederim .Ama şunu da bilmesini
isterim ;
Bir gün , bir uyku arasında , rastlarsam ona , düşlerimde kendimi tutmayacağım
.
O’nu o kadar çok özledim ki ,
sarıldığımda ağlayacağım
O’nun , o güzel kalbini okşayacağım .***